Atatürk'ün Zenginleştirdiği Aileler

1914'teki Rum ve 1915'teki Ermeni tehciriyle Anadolu’daki bazı önemli aileler, yabancılardan kalan mülklere kolayca sahip oldular. Cumhuriyet’in ilk yıllarında özel sermaye, dönme ya da Selanik’ten göç eden aileler (örneğin Bezmen, Titiz, Yalman) tarafından oluşturuldu. Bugün Türkiye’nin büyük sermaye gruplarından bazıları, kökenlerini bu döneme dayandırır. İş Bankası bu dönemde hızla büyüyerek en önemli gelişmeyi kaydeden kurumlardan biri oldu. Ayrıca, Koç, Sabancı, ve Çukurova gibi büyük grupların kurucuları da 1920'lerde iş dünyasına adım atmaya başladılar.

Vehbi Koç, İstanbul'dan Ankara’ya mal getirip satmaya ve Ford, Mobil gibi markaların temsilciliğini yapmaya başlarken, Hacı Ömer Sabancı Adana’da pamuk ticaretiyle uğraşıyordu. Yaşar Grubu’nun kurucusu Durmuş Yaşar, 1927’de Rodos’tan İzmir’e gelip boya ve gemicilik malzemeleri ticaretine atıldı. Çukurova Grubu’nun kurucuları olan Eliyeşil ve Karamehmet aileleri, Tarsus bölgesinde geniş topraklara sahipti ve bu aileler, 1925'te Rumlara ait bir iplik fabrikasını satın alarak sanayiye de adım attılar.

Adana’nın Fransız işgalinden kurtulmasıyla Ermeni Aristidis Simyonoğlu'na ait bez fabrikası, Nuh Naci Yazgan ve ortakları tarafından devralınarak Milli Mensucat Fabrikası'na dönüştürüldü. Bu süreçte, yabancıların ticaretteki hakim rolü, özellikle Yahudi tüccarların varlığı, özel sektörün büyümesini zorlaştıran en büyük etkenlerden biriydi. 1942'de çıkarılan Varlık Vergisi, Yahudi iş adamlarının mülklerinin düşük fiyatlarla el değiştirmesine yol açtı ve sermayenin Müslüman-Türk kesimlere kaymasını sağladı.

Koç ve Sabancı ailelerinin ismi, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında duyulmaya başlandı. Türkiye'de zenginleşme sürecinde hükümet ihaleleri etkili oldu; örneğin, Koç, CHP döneminde Numune Hastanesi ihalesini alarak adını duyurdu. 1946’da General Electric ile yapılan anlaşma sonucu kurulan ampul fabrikası, Koç ailesi için dönüm noktası oldu. Sabancı ise daha milli projelere yönelerek yurt dışına açıldı.

İkinci Dünya Savaşı döneminde artan fiyatlar ve yokluk, yeni tüccarların hızlıca büyümesine vesile oldu. Koç Grubu, ABD’li firmalarla iş birliği yaparak ve Bernar Nahum gibi güçlü bağlantılara sahip kişileri bünyesine dahil ederek hızlı bir büyüme gösterdi. 1940’larda atölye düzeyinde üretime başlayan Akkök, Eczacıbaşı, Yaşar, ve Ülker gibi gruplar, 1950’li yıllarda TSKB kredileriyle fabrika ölçeğine geçiş yaptılar. 1955’teki 6-7 Eylül olayları, Rum ve Ermeni mallarına el konulmasına yol açarak bir zengin kesimin ortaya çıkmasını sağladı.

1960'ların başlarında Türkiye, ABD’den gelen yardımlar ile bir dizi fabrika kurmaya başladı. TÜSİAD, 1971’de kurularak finans kapitalin örgütü olarak öne çıktı ve Türkiye’nin dışa açılması konusunda 1980'li yıllarda önemli adımlar attı. 1980'den sonra, Türkiye'de büyük sermaye grupları zor durumdaki işletmeleri satın alarak büyüdü; holdingler, çok sayıda şirketi bir merkezden yönetmek için yaygınlaşan bir yapı haline geldi. Aynı dönemde, Anadolu sermayesinin büyümesi için İslami sermaye de bir seçenek olarak belirdi.

2001 kriziyle birlikte IMF destekli Kemal Derviş yönetiminde özelleştirme süreci hız kazandı ve pek çok kamu kuruluşu küresel sermayeye satıldı. 2003 yılından itibaren özelleştirmelerle sadece milli sermaye değil, aynı zamanda ekonomik egemenlik de darbe aldı.

Son yıllarda AKP’nin "yeşil sermaye" olarak bilinen İslami kökenli sermaye gruplarını desteklemesiyle TÜSİAD çevresindeki geleneksel büyük sermaye grupları geri planda kalmaya başladı. Ancak büyük sermaye grupları, özellikle medya üzerindeki etki alanlarını koruyarak ve kamu ihalelerinden faydalanarak ekonomideki güçlü konumlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu süreçte Türkiye’deki sermaye yapısında önemli değişimler yaşanmakta, yeni sermaye grupları ve aktörler hızla büyümekte ve varlık göstermektedir.
 
Geri
Üst